1 Mart 2008 Cumartesi

12- YAZILARI

Bir fotografik belgenin ton ve renk bilgilerinin doğru olarak elde edilmesinin sonuç fotografın estetik değeri ile ilgili bir nitelik olduğu kesindir. Bu durumda fotograf malzemesine sürekli bir ortam (continium) gibi bakılmakta ve kaydedeceği ayrıntı bilgilerinin, ancak ışığın kırınım olayı ile sınırlanacağı varsayılmaktadır. Böyle bir varsayım, bir yandan sensitometrik ölçüm ve hesaplarda gereksiz bazı parametreleri saf dışı bırakarak ton röprodüksiyonu problemini, fotograf konusu ve malzemesinin mikro yapısından arınmış bir biçimde incelenmesini sağlar, öte yandan da fotografik işlemlerin makro yapısı ile ilgili sorunlarını fazla matematiksel olmayan bir görüşle anlaşılmasına yarayan güçlü bir araştırma yöntemini oluşturur Ancak bu görüş, fotografik belgenin içereceği bilgi birimleri sayısı hakkında bir fikir vermediği gibi, fotografik kayıt sisteminin gerçek performansı ile ilgili hiçbir bilgi içermemektedir. Bu eksiklik doğrudan doğruya başlangıçta yapılan süreklilik varsayımından kaynaklanmaktadır. Gerçi malzeme ve araçların mikro yapıları ile ilgili herhangi bir önkoşul ve sınırlama göz önüne alınmamış, hiçbir yapısal özellık hesaba katılmamış ve konunun en küçük ayrıntılarına değin, her şeyin, fotografik görüntüde kaydedilebileceği, bir önkoşul olarak kabul edilmiştir, Bu süreklilik önkoşulu sağlandığı durumlarda kuramsal hesaplamaların pratikte de eksiksiz sonuçlar verdiği görülmektedir, Süreklilik kavramının pratikte başarılı kullanımının en iyi örneklerinden bin' olarak "zone sistemi" uygulaması gösterilebilir, Süreklilik koşulunun hangi durumlarda geçerliliğini koruduğunu bilinnnesinin yararlı olacağı kanısındayız, Bunu, "bozucu etkenlerin genliği algılama sisfeminin duyarlılık eşiği seviyesinin altında kaldıkça süreklilı'k koşulu geçerlı'liğini korur" biçiminde çok genel bir kuralla tanımlanır, Bu tanımda, algılama sistemi dendiğinde sağlıklı bir göz anlaşılmalı, bozucu etkenler ise, filmlerin grenliliği, optik sistemlerin ayırnna gücü eksikliği, keskinlik azlığı gibi olumsuz etkenlerin tümünü kapsayan genel bir deyim olarak alınmalı. Bu son tanımdan da anlaşıldığı gibi, bir fotografik belgenin içereceği en fazla ayrıntı veya özdeş olarak en fazla bilgi birimi sayısı, süreklilik koşulunun sağlanmasına bağlıdır. Bu yazıda fotografik belgenin ayrıntı kaydetme özelliğine değineceğiz, Bunu, aşağıdaki sıra ile yapılmasının, anlaşılırlık yönünden yararlı olacağına inanmaktayım. Keskinlik kavramı ve parametrelerini tanımladıktan sonra, fotografta ana algılama birimi olan gözle ilgili bilgileri hatırlatıp fotografik görüntünün oluşumu ve kaydı sırasında araya giren araç ve yöntemlerin etkisini, hem fizik ve hem de bilgi teorisi yöntemlerini uygulayarak, gerçekten çok zor olan bu işin matematiğinden mümkün olduğu kadar kaçınarak, elde edilen sonuçları vermeye uğraşacağız. Ülkemizde hiç el sürülmemiş, yabancı literatürdo de çok dağınık olarak geçiştirilen bu konuya değinmekle, fotografla uğraşanlara yararlı olursam mutluluk duyarım,


1. NETLİK KAVRAMI

1.1. Genel Bilgiler Fotografın buluşundan çok daha önce, astronomik araştırma araçlannın geliştirilmesi ve bu konuda yapılan araştırmalar, fotografta kullanılan optik sistemlerinin, kuramsal ve teknolojik altyapısını sağlam bir temele oturtmuştur. Bu gelişmeler sonucunda bir optik sisteminin nitelik ve nicelikleri' önceden tasarlanabilir olmuş ve bu tasarım sonuçlarının gerçekleştirme olanakları doğmuştur Bunun yanı sıra, ışığın fiziksel yapısının kuramsal olarak anlaşılması sonucunda, görüntü verebilen optik sistemlerin de üst sınırdaki nitelikleri, ışığın girişim ve kırınım olayına dayanarak hesaplanmıştır Yapısal olarak gerçekleştirilen sistemlere paralel olarak geliştirilen ölçü yöntemleri ile birlikte nesnel netlik kavramının tam olarak yerleşmesini sağladı. Fotografla birlikte son yıllarda yürütülen görsel algılama çalışmaları netlik kavramının öznel kurallarının anlaşılmasına ve ölçümsel şekli sokulmasına yaradı. Yine son yıllarda geliştirilen "bilgi iletişim'ı teorisi "fotografik belgeye bakış açımızı yeni boyutlara yöneltti, bu yöneltme sonucunda teknik mükemmelliğin fotografik görüntünün ayrılmaz bir dilimi gibi bakılmalı. Bilgi iletişim yöntemlerinin fotografik görüntünün analizine uygulanması, bilgi işlem yönünden fotografik görüntünün bir bilgi kanatı benliğinı kazanmasına yol açmıştır Bir bilgi kanalının ana özelliği, en fazla olosı bilgi yoğunluğu içermesi koşulu olduğu bilinmektedir Bu özellik fotograf diline aktarılırsa, fotografik görüntünün en fazla ayrıntıya sahip olma gereğine dönüşür. Bu da süreklilik önkoşulunun sağlanmasını gerektirir. Fotografik görüntünün oluşumuna yakından bakıldığında, aşağıdaki işlemler gözlenir; fotograflanan sahne (iletilecek bilgi kaynağı) bir optik sistem yardımı ile ışığa duydrlı bir film tdbakasınd (kayıt ortamı) aktanlır (kodlama), bu gizli görüntü kimyasal yöntemlerle saptanır, bu saptanmış görüntü (taşıyıcı kanal) bdskı ya da başka bir yolld (dekodldma) izlenme veyd gösterme (değerlendirme) gayesi ile izleyiciye (hedef) sunulur, bu işlem dizisi, tam bir iletişim sistemi oluşturur, yeter ki, norrnal iletişim sistemindeki, zamansal değişkenlerin yerine uzaysal değişkenler alınsın. Doğal olardk böyle tam bir iletişim sistemi içinde gerçekleşen dönüşümlerin her biri iletilen bilgide birtakım bozulmalar yaparlar. Bu bozulmaların yanı sıra, gerek kayıt sistemi, gerekse taşıyıcı kanaldan eklenecek istenmeyen hışırtılar hedefe iletilen bilginin anlaşılabilirlik derecesini önemli ölçüde etkiler Bu bozucu.etkenleri ve nedenlerini sırası ile, ilk önce klasik görüşü koruyarak inceleyelim. Fotografik görüntünün oluşumu ve saptanması sırasında, görüntüyü oluşturan optik sistem ve görüntüyü taşıyan duyarlı tabakanın fiziksel özellikleri ağır basmdkta, diğer taraftan görüntünün izlenmesi sırasında ise psiko-optik olayldr geçerli olmaktadır. Ayrıntı verimi problemi böylece bir "anlaşılabilirlik" problemi gibi işlenmeli. Fotografik görüntüyü kapsayan iletişim sistemınin, kendine özgü fiziksel kavram ve yöntemleri olması doğaldır. Fotografik görüntünün taşıdığı anlamddn bağımsız olarak, bu kavram ve yöntemlerin her koşulda geçerli sayılması gerekir.


1.2. BAZI TANIMLAR

1.2.1. Ayırma Gücü Bir optik sisteminin en önemli niteliksel özelliğidir Fiziksel bir büyüklük olarak: görüntüde birbirine çok yakın duran iki ışık noktasının, kesin bir biçimde ayrışması için, cırcılarındaki en kısa uzaklığın ölçüsü, optik sistemin, ayırma gücünü tanımlar, bu büyüklük kullanılan sistemin türüne göre, ya açı ya dd uzunluk boyutlarına göre belirlenir. Teleskop, mikroskop gibi görsel izleme için düşünülmüş optik araçlarda ayırma gücünün birimi dçı derecesi saniyesi olarak alınması aracın çalışma alanı için daha uygundur, fotograf makinesi ya da film gibi kayıt araçları için ise bu büyüklüğün biriminin, milimetre başına kesin ayrışabilir çizgi sayısı (birim uzunluk başıno çizgi yoğunluğu) olarak alınması daha uygun sayılır. Başka bir deyilme, optik bir sistemin görüntü düzlemindeki, en fazla olası, ayrıntı yoğunluğun ölçüsüdür Bu büyüklük genel olarak, optik sistemler için film kullanılmadan doğrudan doğruya görüntü düzleminde ölçülür, filnnler durumunda ise, bir test filmi kullanılarak alınacak kontak bir baskıdan ölçülmelidir, Ayınşılırlık Optik bir sistemle elde edilen görüntüdeki ayınntı yoğunluğunun bağlı büyüklüğüdür, Fotografik görüntüdeki ayınntıların görsel algılanması ile ilgili öznel bir kavram olan ayırışılırlığın ölçüsü ayırma gücüdür, Bu özellik, yalnız görüntüyü veren optik sisteme özgü gibi görünmekle birlikte görüntü ve baskının eIde edilmesi sırasındaki koşullara ve ayrıca görüntüyü taşıyan malzemenin niteliklerine bağlıdır.

1.2.3. Keskinlik Konudaki, ton ya da renk yönünden farklı bölgelerin geç'ış sınırlarının görüntüdeki dağıtma şeridine dik bir yön boyunca parlaklık farkının değişim hızının görsel izlenimi olarak tanımlanır, Keskinliğin, öznel bir kavram gibi tanımı, Ross tarafından, doğrusal bir kenarın görüntüsü ile ilgili bir kavram olarak önerilmiştir111, Tanımdan da anlaşıldığı gibi keskinlik, optik sistemin bir özelliği olmaktan çok görüntüyü taşıyan malzeme, film ve baskı malzemesi ile görüntünün saptanması sırasında uygulanan işlemlerle ilgili bir özelliktir.

1.2.4. Keskinlik Keskinlik kavramının ölçümsel bir büyüklük olmaması, bu önemli kavramın, gözlemcinin algılama sisteminden bağımsız, ve ölçülebilir büyüklüklere bağlı olan, nesnel bir büyüklüğün tanımını gerektirir. Gözün parlaklık değişimi duyarlığı kavramından hareket ederek, Jones ve Higgins, görüntüde kenar dağılma şeridine dik yönde, mikrodansitometre yardımı ile ölçülmüş ortalama yoğunluk değişimi eğrisinin eğimini keskinliğin sayısal değeri olarak tanımladılar12'. Bu büyüklük, keskınlilik (acutance) ya da kenar keskinliği, olarak anılır, Bir fotografik kayıt sisteminin, ayrıntı saptama özelliğini belirleyen bu büyüklük, kimi zaman, mikrokontrast olarak da adlandınr. Keskinlilik değeri ile dağılma şeridinin genişliği ters orantılı büyüklükler olup optik sistemi ile kayıt nnalzemesinin niteliklerini belirler.

1.2.5. Belirginllk Sonuç fotografın tüm niteliksel özelliklerini kapsayan genel bir kavramdır. Kimi zaman öznel bir değerlendirme sonucu olarak, kimi zaman ise, ayırma gücü ve keskinliliğin ölçümsel değerlerini içeren matematiksel bir bağıntının sayısal sonucu olarak kullanılır, Her iki durumda da, değeri sonuç fotografik belgenin içerdiği bilgi yoğunluğu ile orantılıdır, Doğal olarak bu değer, kusursuzluğun ölçüsü gibi bakılabilir. Bazı araştırıcılara göre çekim, pozlandırma ve geliştirme koşulları, belirginlik değerini etkilediği yazılmaktadır. Higgins ve Wofle131

1.2.6. Grenlilik ve Karlanma Fotografik görüntünün yapısı incelendiğinde, görüntünün sürekli bir ortamda oluşmadığı tersine oldukça belirgin gümüş taneciklerin kümeleşmesi sonucunda oluştuğu gözlenir. Bu tanecikler filmin yapısal bir özelliğidir, ve özellikle fazla büyütmeyapıldığında süreklilik koşulundan önemli sapmalara neden olur, aynca bu taneciklerin varlığı görüntünün belirginlik derecesini de olumsuz etkiler. Gerçi saptanacak en küçük aynntının boyutları taneciklerin boyu ve sayısına bağlıdır. Taneciklerin görsel algılanmasına karlanma denir ve öznel bir olay gibi bakılır. Taneciklerin yapısı ve sayımı ise nesnel ve ölçümsel bir kavram olan grenlilik özelliğini tanımlar. Bu son özelliğin bilinmesi, yüksek duyarlılık ve büyütme sınırlarında karşılaşılan sorunların çözümlerine yararlı olur. Grenlilik ve karlanma bilgi iletişim teorisi yönünden, raslantısal hışırtı gibi bakılır ve kendine özgü yöntemlerle incelenir

1.2.7. Büyütme ve Büyütme Oranı Fotografik görüntüyü taşıyan filmin, pratik nedenlerle, bazı sınırlı boyutlarda olması zorunludur. Bu boyutlar genellikle sonuç görüntünün (baskının) değerlendirilmesi için aşırı küçük sayılır, Uygulamada, fotografın anlaşılabilir olması için belli bir büyüklükte basılmış olması gerekir. Bu büyütme ve baskı işlemleri daha önce de belirtildiği gibi bir tür dekodlama işlemi olarak kabul edilir. Bu dönüşüm, kayıpsız bir izdüşüm işlemi olsa dahi, çizgisel bir boyut değişmesine neden olur. Bu değişimin sayısal ölçüsüne, büyütme oranı ya da büyütme katsayısı denir, Uygulamada, filmdeki doğrusal b'ır cismin uzunluğunun baskıdaki aynı cismin uzunluğuna oranı, büyütme katsayısını tanımlar. Sonuç baskıdaki görüntünün herbir öğesinin ölçüsü bu sayı ile çarpılmış olması, görüntü niteliklerini önemli ölçü de etkiler. Aynca bu büyütme ve baskı dönüşümünün kendine özgü, tersinir olmayan, bozucu etkilerin içermesi, kuramsal bir gerektir,

1.2.8. Süreklilik Koşulu Fotografik görüntüyü taşıyan malzennenin sürekli bir ortam olduğu ve bu ortamın mikroyapısı, sonucu etkilemediğinin benimsenmesi süreklilik kavramını oluşturur. Bu kavram, daha genel olarak; görüntüde bozucu etkenler genliğinin algılama araçlarının duyarlılık eşiği düzeyinden veya algılama cılıcılcırından kaynaklanan bozucu etkilerin genliğinden daha az olması, süreklilik kavramını tanımlar, Bu kavramla belirlenen durum da süreklilik koşulunu tanımlar, Süreklilik kavramının algılama araçlarının duyarlılık düzeyi ile gözelem koşullarına bağlı öznel bir kavram olmakla birlikte, malzeme seçimi ve kullanımına da bağlı olduğu açıktır. Süreklilik koşulunun sağlanması, tanınnda belirtilen niteliklerde araç ve malzemenin seçimi yanı sıra, izleme koşullarını da kapsayan bir öntasanm aşamasını gerektirir. Böyle bir öntasarım zone sisteminde yapılanın bir bölümüdür.


2. GÖRSEL ALGILAMA

2.1 Dış Dünya ve Duyu Organları: Canlı yaratıkların yaşamlarını sürdürebilmeleri içirı çevreleri ile dengeli bir uyum sağlamalan gerekir. Bu uyum , çevrenin değişim hızına bağlı olarak, kimi zaman özdevinimli ve istem dışı bir mekaniznna ile, kimi zaman ise, bilinçli ve istemli davranışlar sonucunda erişilir. Bilinçli ve istemli bir uyum için yeterli ve gerekli koşul, canlının dış dünyadan geten uyarılan algılaması için yeterince duyarlı alıcılar ve bu alıcılarla algılanan bilgileri değerlendirecek bir işlem merkezi ile donatılmış olmasıdır. İlkel canlılarda rastlarian içgüdüsel dengelenme mekanizması, hücre ya da hücre grupları düzeyinde ve çevre uyanlarından kaynaklanan iç salgı değişimleri sonucunda sağlanır, Türün yaşamın sürdürülmesine etkin olan bu davranışların gerçekleşm'esi, ne bir işlem ne de bir komut merkezinin varlığını gerektirir, Bunlar, genelde, özdevinimli korunma davranışlarıdır. örneğin: birtakım tek hücrelilerin, susuz, gıdasız ya da herhangi bir şekilde olumsuz ortamlarda spör durumuna dönüşmeleri ya da daha ileri evrede, bitkilerde gözlenen ışığa doğru yönelmeler gibi tropizm olayları, bu tür dengelenme davranışlarıdır. Bu tepkisel davranışların genliği. uyannın niteliklerinden çok niceliklerine bdğlı olduklan ve çevrenin incelenmesi sonucunda alınmış kararların ürünleri olmadıkları gözlenir. Gelişmiş türlerde de rastlanan bu tür tepke ddvranışları yanı sıra, çevrenin incelenmesi sonucunda edinilen bilgilerin bir işlem merkezinde değerlendirilmesi ile alınmış kararlann sonucu olan istemsel davranışlar ağır basar. Dış çevreden kaynaklanan uyarılar, gelişmiş canlılarda, özel işlevli alıcılar yardımı ile algılanır. Her bir alıcının işlevi ve diğer alıcılara göreönemini canlının yaşadığı çevre koşullarının belirlediği bilinmektedir. Evrimi boyunca canlının yaşam çevresinin koşullan ve ayrıca yaşam davranışı ve alışkanlıkları, alıcılarının niteliksel özelliklerinin gelişmesini etkiler. örneğin: belirli bir avın biçimi, sesi ya da kokusu gibi uyanlara, avlayanın algılama sisteminde duyarlık artmalan gözlenmektedir, Benzer duyarlık artmalan avlananda da gözlenir. Gelişmiş türlerin çevresi ile ilgili tümleşmiş bir imge oluşturmaları yaşamsal bir önem taşır. Böyle bir imgenin oluşmasına ancak tüm duyu organları katkısı ile algılanan uyarıların değerlendinlmesi sonunda erişilir. İnsan türünü de içeren gelişmiş canlılarda duyu organlan yakın ve ırak etkileşim olarak iki ana gruba ayrılır, Insan türü için ırak etkileşim duyuları (işitme ve görme) yaşamsal işlevlerin çok ötesinde, uygarlığımızı nitelendiren sanat olayının en büyük bölümünü de kapsar. Görsel imgenin gücü diğer sanatlarda kullanılan anlatım şekillerinde açık bir biçimde kendisini gösterir. Kimi deyimler, özellikle netlik ve saydamlıkla ilgili olanlar, görsel deneyimlerimizi yansıtır. Daha da ötesinde. görsel izlenim ve görüntülerin bazı duygulan uyardıklan bilinmektedir. özellikte, netlik ve renk ögelerinin ruhsal etkilerine, iki milyon yıllık gibi uzun bir avcılık evresinin kalıntısal izlerinin varlığını gözlemek olasıdır. örneğin: açık ve temiz bir ortam ya da net bir görüntüden duyulan haz ya da tam tersi bulanık ve netsiz bir ortam veya bir görüntünün uyardığı belirsizlik sezgisi. açık tonlann uyardığı rahatlama ya da koyu ve karanlık ortam ve görüntülerin uyardığı tedirginlik ve korku duyguları, bu uzun avcılık evresinin kalıntılandır.

2.2 Gözün yapısı: Son yıllarda yapılan araştırmalar gözün, kamera gibi eylemsiz bir alıcı olmadığını, tam tersine, görsel algılama sürecinde etkin işlevler yüklenmiş karmaşık bir sistemin uzantısı olduğunu göstermektedir. Gözün fotograf makinası ile benzerliği son derece yüzeyseldir, bir mercek yardımı ile ışığa duyarlı bir katın [Retina] üzerinde görüntü oluşturmasıdır ve benzerlik bunun ötesine gitmemektedir. Retina katı yakından incelendiğinde, filme göre, birtakım yapı ve özellik farklılıkları göze çarpar, Bu farklılıkların en önemlisi ışığa karşı davranışlarında gözlenir. Filmin ışıktan etkilenmesi, toplamsal bir olaydır, ışığın şiddeti ile etkileme zamanının çarpımı filmi etkilemektedir, Tam tersine, retinadaki hücreler yalnız ışık şiddeti ile uyarılmakta ve görsel duyu ışık şiddetinin logaritması ile orantılıdır. Yani filmde, görüntüyü oluşturan gümüş taneciklerinin sayısı hem ışık şiddeti hem de pozlandırma zamanına bağlı olmasına karşın gözde, görüntünün nitelikleri bakma zamanı uzunluğundan bağımsız kalır, Bu yönden retinadaki hücreler filmdeki gümüş taneciklerden çok, fotoelektrik alıcılara benzer. Retina iki ayrı hücre türünden oluşur. Koniler ve çubuklar olarak adlandınlan bu hücreler, hem işlev hem de biçim olarak birbirine benzemezler, ayrıca retinadaki dağılımları da farklıdır. Çubukların retinada homogen bir biçimde dağılmış olmalarına karşın konilerin yoğunluğu, retinanın merkezindeki en duyarlı bölge olan 'sarı benek' [fovea)'dan uzaklaştıkça hızla azalır, Aynı zamanda koniler, içerdikleri boyar maddelerle, gözün renk duyarlılığını sağlar. Işığa karşı duyarlılıkları düşük olan bu hücrelerin küçük boyutları ve fovea'daki yüksek yoğunlukları ile gözün aydınlıkta görmesini (fotopik algılama) ve en fazla ayrıntı algılanmasını sağlar. Konileri, çok ince tanecikli renkli birfilme benzetebiliriz. Öte yandan çubuklar, ışığa karşı çok duyarlı iri hücreler olması nedeni ile az ışıkta gözün görmesini sağlar (skotopik algılama), bu durumda renk ve ayrıntı algılanması en aza düşer, bu hücreler bir nevrokimyasal mekanizma sonucunda aydınlıkta ışık duyarlılıklarını yitirirler, Her iki algaç türünün aynı anda çalışması orta şiddette aydınlatma düzeyi için sağlanır [mezopik algılama), Çubukları, konilerin tersine, kaba tanecikli ve ışığa çok duyarlı siyahbeyaz bir filme benzetebiliriz. Bu hücrelerin her biri sinir lifleri ile beyindeki görsel kıvrımlara (visual cortex) bağlıdır. Görsel bilgiler burada işlem görür ve değerlendirilir. Bu bağlantılardan başka, koni ve çubukların kendi aralarında bağlantılı oldukları gözlemlenmektedir. Kenarçizgilerin (konturların) keskin algılaması için bir ön işlem oluşturan bu yatay bağlantıların işlevi, uyarılan bir hücrenin komşu hücrelerin duyarlılıklarını azaltıp gözün keskinlik düzeyini ve algılanan görüntünün mikrokontrastını artırmaktır. Böylece görsel imgedeki cisimlerin biçimlerini belirleyen kenarçizgileri vurgulanmış olarak algılanır, Ayrıca bu mekanizma ile bir de görüntünün genel kontrastı da ayarlanır.

2.3 Görme Mekanizması: Retinanın yapısına uygun olarak, ister koni, ister çubuk olsun, her bir görsel algaç, uyarıldığında bağlı olduğu sinir lifi ile beyindeki görsel kıvrımların hücrelerine uyan ile ilgili bilgileri itetir. Her bir algaç hücreden iletilen bu bilgilerin toplamı görsel imgeyi oluşturur, Burada görsel bilgiler değerlendirilir ve önemine göre bellek merkezinde depolanır. jnsan beyni sayısal (digital) işlemler ilkesine göre çalışması nedeni ile, retina katında oluşmuş olan oranlı (analog) görüntü bilgilerinin sayısal biçime dönüştürülmesi gerekir. Bu dönüşüm işlemi [kodlama] retinanın ganglion hücrelerinde gerçekleşir, Göz merceğinden bağımsız olarak çalışan bu sistemde tamamlayıcı bir ara işlem olmaksızın çalışması durumunda her hücrenin verdiği görüntü parçacıklanndan oluşan, mozaik gibi, bir görsel imge oluşturması beklenir, Bu aşamada beynin görsel kıvrımlarında retinadaki görüntünün eksik ya da kopuk bölümleri, en olası tamamlama işlemi ile kapatılır ve sürekli bir görsel alan algılanır, Bu işlemin gözün ayırma gücünü artırmayacağı açıktır, ancak görsel alanda sürekli bir görüntünün sağlanmasına yardımcı olur. Gözün ayırma gücü, göz merceğinin kusurları bir yana bırakılırsa algaç hücrelerin yoğunluğu ile orantılıdır. Sağlıklı bir gözün, 25 cm uzaklıktan ayırabileceği en fazla ayrıntı mm başına 7-10 çizgidir, daha fazlası algılanmaz, ancak sezilebilir, ince ayrıntıların algılanmasında gözün çok önemli bir özelliği de çok küçük genlikli titreşimleri ile ilgilidir. Yapılan araştırmalar sonucunda retina üzerinde oluşturulan dural görüntülerin kısa bir zaman içinde ilk önce ayrıntılarının azaldığı, daha sonra da tümden görme alanından silindikleri gözlenmiştir. Bu küçük taramalar, ince ayrıntıların retinada peş peşe birkaç hücre üzerine düşmesini sağlamakla, gözün ayırma gücünü açısal uzaklık gibi bir yardımcı bilgi ile destekler, Sarı Benek'te yoğunlaşmış yedi milyon koni gibi bir algaç sayısı da gözönüne getirilirse, hiç olmazsa göz ekseni bölgesinde sağlanan algılama olanakları sınırlarının oldukça geniş olduğu anlaşılır, (İFSAK)

Hiç yorum yok: